top of page

AŞIRI ESİNLENME NEDİR, NE DEĞİLDİR, BESTECİNİN DÜNYASI

(geçmişten günümüze değişmeyen güncel bir konu)

Son günlerde ülkemizde daha önce de yaşadığımız bir tartışma yeniden başladı. Herkes birbirini beste çalmakla ya da bestesinden bölüm almakla suçluyor. İlk tartışma da Eurovision yarışmasında çıktı ve yarışma birincisi parçanın bir başka parçadan çalıntı olduğu iddia edildi. Kazanan besteci ise "çalıntı değil, belki aşırı esinlenme olabilir" dedi. İşte bugünkü konumuz; Aşırı Esinlenme. Müzikte aşırı esinlenme nedir ne değildir, var mıdır yok mudur fazla teknik olmadan özetlemeye çalışacağız. Önce Eurovision parçasına değinelim. Eğer söylenenler doğruysa bu "aşırı esinlenme" Türkiye'nin yarışmadan diskalifiyesine neden olur. Unutmayalım ki, yarışma komitesi katılan tüm parçaları ve böyle iddiaları titizlikle araştırmaktadır. Başka bir parçayla en ufak bir benzerlik bulursa hemen o parçayı yarışmadan çıkarır ve katılan ülkede önemli bir cezaya uğratılır. Dolayısıyla yarışma jürisinin ve müzik uzmanlarının iddiaları dikkatlice denetlemesi yerinde olur diye düşünüyorum. Geçtiğimiz yıllarda Amerika'da eğitimini tamamlamış bir müzisyenimiz başka bir bestenin notalarını soldan sağa doğru değil de yukarıdan aşağıya doğru kopyalamanın o besteyi çalmak demek olmayacağını ve bunun sıkça yapıldığını söyledi. Elbette bu görüşe katılmıyoruz. Bestelenen parçanın çalıntı olduğu anlaşılmasın diye alıntı yapılan eserin değişik bölümlerinden alınan parçaların araları doldurularak yapılan yeni bestenin çalıntı olmadığını söylemek nasıl mümkün olabilir ki? Unutmayalım, müzik matematiksel kuralların işlediği, belirli kurallara bağlı kalmanın zorunlu olduğu (kuralsız, ya da atonal müzik yaparken bile) bir sanattır. Nasıl resim ya da heykel sanatının uygulanması için gerekli bazı kurallar varsa, müzik için de kesin kurallar vardır. Siz Picasso'nun bir tablosundan bir kare, Dali'den bir kare, Renoir'dan bir kare alıp yeni bir resim oluşturursanız bu sizin tablonuz mu olur? Peki bu kural müzikte neden değişsin? Resim, heykeli herkes görüp başka bir yerden alındığını anlarlar, ama müziği herkes duyamaz, herkes binlerce başka parçanın içinde esinlenildiği ya da alındığı söylenen bölümleri ayırd edemez. Üstelik anladığımız kadarıyla toplumumuzun sanat ve dolayısıyla müzik konusundaki eğitimi son derece yetersizdir.

 

    Ülkemiz insanı besteciyim diyen herkesin besteci, şarkıcıyım diyen herkesin şarkıcı olduğunu peşinen kabul ediyor ve bunların tümünü sanatçı olarak görüyor. Sanatçı olmanın ya da bir eserin sanat eseri sayılabilmesinin gerekleri bile bu toplumda saptanmamışken, sanki Atatürk o sözleri boşuna söylemiş gibi dansözünden arabeskçisine herkes sanatçı bu toplumda!Aslında bizce işin özü şudur; Türkiye'de hiç sırası değilken müzik parçaları satmaya başladı ve iyi kötü bir müzik sanayii kendisini göstermeye koyuldu, ancak üretilmesi gereken müzik parçası sayısını karşılayacak denli çok sayıda bestecinin Türkiye'de yetişmesi şu koşullarda olanaksızdır, çünkü gerek eğitim koşulları gerekse toplumun ulaştığı düzey bu ölçüde değildir. Dolayısıyla zaman zaman bu satırların yazarının da değişik plak şirketlerinde şahit olduğu üzere, özellikle İsrail'den ve İspanya'dan alınan parçalar Türk müziğine monte edilmekte ve öncelikle ritmleri 9/8'lik ya da 6/8'liğe çevrilerek Türk kulağına uygun hale getirilmektedir. Zaten Akdeniz kıyısı bu ülkelerin müzik tavrı Türk kulağına uygun olduğu için büyük sorunlar çıkmamaktadır. Bu bestelerin üzerine söz yazılmakta, nakarat kısımları özellikle üst üste tekrarlanarak parça başka bir kimliğe sokulmaktadır. Sonunda ise sıra bu parçanın batı ve Türk sazlarından oluşan karma bir grupla çalınması ve besteci olarak da ünlü! Bir bestecimizin adının eklenmesine gelmektedir. Bir ikinci yöntem yabancı bir parçanın üzerine doğrudan Türkçe söz yazarak besteyi kendine mal etmek (örnek;Gypsy Kings'in parçasının Vazgeçemem adını alarak aniden Tarkan bestesi olması!) Bildiğimiz ve burada sözünü edeceğimiz son yöntem ise kendini besteci diye tanıtarak asıl bestenin başkaları tarafından yapılmasını sağlamak ve onları perde gerisinde durmaya ikna etmektir. Bu ikna çeşitli yöntemlerle! olur, yanlış olan önde yer alan ve toplumumuzda büyük saygı gören bu insanların büyük değerler olarak kabul edilmeleridir.

    Yukarıda saydığımız tüm yöntemler sonuçta ülkemiz müziğinin gerilemesine, yeni araştırmaların engellenmesine, Türkiye'nin dünya müzik piyasasında kara listelere alınmasına neden olmaktadır. Başa dönersek, demiştik ki, müzik matematiktir. Gerçekten de öyledir. Müziğin matematiğe benzer kuralları ve formülleri vardır. Bir besteci (yani notayı yazan, okuyan, yazdığı notanın kompozisyonunu ortaya çıkaran, hiç olmazsa bir enstrüman çalabilen kişi) duygularını, yaşadıklarını ya da doğrudan doğruya anlatmak istediklerini aynı matematiksel formüller gibi notalara dökebilir. İşte tam da bu nedenle hiçbir müzik parçası bir başka parçaya benzeyemez. Çünkü beste parmak izi gibidir. Her bestecinin ayrı tarzı, duygularını farklı anlatım yöntemi ve farklı beste yapma yöntemleri vardır. Konu eğer pop müzikse kimi önce sözü yazıp o sözlerden çıkan ritmi ve müziği yakalayarak besteye yönelir (örnek;Fikret Kızılok), kimi ise müzik yoluyla duygularını anlattıktan sonra üstüne sözleri yazar. Her iki durumda da besteci lay lay lom diyerek beste yapmaz. Ya notaları doğrudan kağıda dökerek müziği yaratır ya da enstrümanı ile bestesini yarattıktan sonra çıkan sonucu notaya döker. bundan sonraki aşama bestenin orkestrasyonudur. Bir bestenin bir duyguyu ifade edebilmesi ya da bir olguyu aktarabilmesi için orkestrasyon en az bestenin kendisi için önemli olmalıdır. Bu noktada bestecinin hayal dünyası devreye iyice girmektedir, şimdi anlatacağı şeylerde hangi enstrümanın hangi duyguyu vereceğini saptayıp bu duyguları notaya dökerek dinleyiciye ulaştırması gerekmektedir çünkü.

 

                     Geldiğimiz nokta zaten sanatın tanımını da içermekte; Sanat herhangi bir eserin

                (resim, müzik ya da heykel, belki sinema) benzersiz bir şekilde yoktan var edilmesidir!

bottom of page