
SERDAR ÖKTEM

MOĞOLLAR ÜZERİNE…….
Moğollar……. evet Moğollar deyince neler yazmalı neler ya da neler yazmamalı. Başka bir ülkede olsaydık Moğollar çapında bir grup için hem yazacak çok şey olurdu hem de yazılmış çok şey. Ama ne yazık ki, bugün ülkemizde birçok kişi için Moğollar sözü Asya’daki eski bir ulustan başka birşey ifade etmiyor, bu sözün birşeyler anlattığı insanlar ise zaten çoğunlukla doğrudan müziğin içinde olanlar. Bu acıklı durum ülkemizin yapısının da bir aynası sanki. Kültürsüzlüğün, içi boşluğun, kendini bilmezliğin, adam sendeciliğin, üreten insanlara değer vermemenin, okumamanın, yazmamanın, duymamanın, görmemenin aynası….

Moğollar’a birkaç yönden birden bakabiliriz ama önce toplumsal yönü deneyelim, yani 68’lilik 78’lilik kavramıyla bir bakalım onlara. Onlar tam da 68 kuşağı diye anılan dönemin temsilcileri, hem o yıllarda dünyanın içinde bulunduğu durumu hem de o yıllardan günümüze Türkiye’yi olduğu gibi yansıtıyorlar. Ama galiba bugünleri onları en az dinleyen de yine 68 döneminin insanları. Tabii 68 kuşağı derken o dönemden bugüne üretimini sürdüren müzisyen, yazar, ressam kesimini söylemiyorum, ortalama Türk vatandaşından söz ediyorum. Birkaç meraklısı dışında 68 kuşağından hiç kimsenin değil Moğollar’ı Türk Sanat Müziği dışında bir müzik dinlediğini sanmıyorum (şu anda 55-60 yaşlarındalar). 78 kuşağı ki, bu satırların yazarı da buna dahildir (şu anda 45-50 yaşlarındalar), Moğollar’ı biraz daha fazla tanıyor ve özümsüyor. Tabii bu noktada olaya İstanbul ve Anadolu ayrımı yaparak ta bakmak gerekiyor. Genelde İstanbul’da varolan bir olgunun tüm Anadolu’yu kapsadığı varsayılır, ya da tam tersine İstanbul’da yaşanan her şeyin oralarda da yaşandığı ve var olduğu varsayılır. Ancak gerçek her iki düşüncenin de yanlış olabildiğini gösteriyor. İstanbul ve Anadolu birbirinden tamamen ayrı kavramlara ve yaşam biçimlerine sahip iki ayrı ülke gibidir adeta. Elbette Moğollar’ın parladığı 70’li yıllar için değil bu sözüm, o zamanlar özellikle Anadolu’da Moğollar ve benzeri gruplar büyük başarılara imza atıyorlardı. Çünkü Atatürk’ün aydınlanma devrimi meyvelerini vermiş, ancak dalları budanmaya başlansa da etkileri su yüzüne çıkmamıştı. O dönemde Anadolu insanı ile İstanbul insanı arasındaki fark ta bu denli derin değildi (bu sözden İstanbul daha ileridir gibi bir anlam sakın ola ki çıkmasın). Bir kere Moğollar o dönemde dünyanın siyasi durumundan yoğunlukla etkilenmiş, dönem müziklerini çok iyi tanıyan, aynı zamanda kendi ülkelerinin kültürünü de özümsemiş (yani günümüz bazı müzisyenleriyle zerre kadar ilgileri yok) son derece değerli müzisyenlerden oluşuyordu. Böylece müziklerini, ayaklarını Anadolu toprağına basarak yapmaya başladılar ve bu onlara kısa zamanda başarıyı getirdi. Onları dinleyen büyük kitleler de zaten onlar gibi insanlardı (kısaca orta sınıf), siyasal yelpazenin iki kutba ayrılması-buraya dikkat! bu olgu dünyanın iki kutba ayrılması ve bu ayrımın en derinleştiği yıllara rastlıyor-bile toplumun gözünde onları yıpratamadı. Her ne kadar yelpazenin sol tarafında yer alsalar da yine de toplumun her kesimine seslenmeyi başarmışlardı. Cem Karaca ile birlikte hiç kuşkusuz Moğollar en parlak dönemlerini yaşadılar.

Cem Karaca’nın solistlik ve bestecilik ile söz yazarlığı yeteneklerinin olgunluk dönemine ulaşması, Moğollar’ında aynı özellikleri göstermesi sonucunda Türkiye’nin sorunlarına doğru yerden bakan, ülkenin bütün insanlarını kucaklayan, kimine göre rock kimine göre Anadolu Pop yapan-bence öz be öz ROCK yukarıdaki tarifin içinde gizlidir, çünkü rock’un önce ulusal olmak ama hemen sonra o ulusalı kapsayan bir evrenselliğe ulaşmak gibi bir ideali vardır, toplumlarda zaten aynı evrelerden geçmemeli midir?-bir grup ortaya çıktı ve o dönemde benim de içinde bulunduğum kitleleri aldı götürdü, birçok insanın eğitiminde ve bilinçlenmesinde büyük pay sahibi oldu. Ama sonra……. . sonra hem dünyada hem de Türkiye’de (birini diğerinden ayırmamak gerektiği umarım öğrenilmiştir artık) bir şeyler olmaya başladı. Ve 1980 darbesi geldi. Darbe ülkedeki tüm dengeleri altüst etti, toplumun bir kesimi yok edilmeye, üzerlerinde her alanda baskı kurulmaya başlandı. Artık yükselen değerler vardı ve toplum gün geçtikçe kirlenmeye, enflasyon azmaya, toplumun bir kesimi birkaç kişiyle bütün ülke adına gurur duymaya, gurur duyulanlarda önüne geleni öldürmeye başladı. Çok çok kısa bir zaman içinde değerlerimiz yok olmaya yüz tuttu, eğitim kalitesizleştikçe ve dinselleştikçe insanlarımız da kişiliklerini yitirmeye başladı. Artık para en yüce değer olmuştu, sıradan insanın müzik dinlemeye falan zamanı yoktu, önemli olan bir sonraki aya ulaşabilmekti. Gerçi bu dönemde Moğollar çoktan dağılmıştı, Cem Karaca Almanya’ya kaçmıştı ama yine de küçük bir kesim mücadelesini sürdürüyordu. İşte bu sırada Cahit Berkay film müziklerine iyice ağırlık verdi, Taner Öngür stüdyoya kapandı. Ne yazık ki, birçok kurumu kapatılan-CHP, Türk Dil Kurumu vb. -bir ülkede demokratların seslerini duyurmaları büyük zaman aldı. Toplum 50 yıldır sağ iktidarların ülkeyi uyuttuğunu, eğitmediğini, çetelere teslim ettiğini ancak 90’ların ortasında anlamaya başladı. Bu da aynı kesimlere yönelik yoğun bir tepkinin doğmasına neden oldu. Böylece 90’ların başında önce Cem Karaca, Uğur Dikmen, Cahit Berkay birleşti ve yeniden müziğe döndü, Cahit Berkay 15 yıllık bir aradan sonra yeniden gitarına döndü. İzlediğim kadarıyla bu proje pek başarılı olamadı, bunda Uğur Dikmen’in klavye ağırlığının grupta çok fazla oluşu, basçı Eylem’in çok iyi bir basçı olmasına karşın rock üzerine fazla bir bilgisinin bulunmayışı, Cem Karaca’nın ise neden olduğu bilinmez bir şekilde eski sound ve içerikten uzak durmaya çalışması etkili olmuş mudur, bilmiyorum……. .
Cahit Berkay, Taner Öngür ve Engin Yörükoğlu’nun Moğollar’ı yeniden kurması, müziklerinin soundundaki eskiye dönüş, sahne performanslarının mükemmelliği onları dünyadaki eski tüfeklerde olduğu gibi yine müziğin zirvesine oturttu. Tabii yine sadece belirli bir kesim için. Onlar bugün yine ayaklarını Anadolu’ya basıyorlar hem de daha yüksek bir bilinçle. Müzikleri yaşam deneyimlerini ve ülkemizi olduğu gibi yansıtıyor. Şimdi sırada onların ve benzerlerinin büyük kitlelere ve Anadolu’ya seslenebilmesini sağlamak var. Türk-İslam sentezinin yarattığı arabesk kültür toplumun geniş kesimlerinin hızla yozlaşmasına neden oldu, batıda 13-15 yaş kuşağının dinleyebileceği bir müzik biz de sabah akşam televizyonlarda sanat! diye sunuluyor, şarkıcı olarak ön plana çıkarılan birtakım insanlar müziğin m’sinden anlamadıkları halde bir de besteci diye hepimize kakalanıyorlar.

Kocaman bir gençlik tek sesli, tek duyumlu, iki ölçülük bir basitlikle sürünmeye, dolayısıyla tek yönlü düşünmeye mahkum ediliyor. Tabii bu insanlar için uygun görülen “koyunluk” politikasına çok uygun ama, o koyunlar başkaldırıp kurtlara dönüşmezlerse…. .
Ülkemize yerleştirilmesi çok zor da olsa, toplumumuz egemen kültürün etkilerinden kendini kurtarmalı, ayda bir döner yemekten vazgeçip o parayı herhangi bir kitaba yatırmalı, biraz zor da olsa farklı sesleri algılamayı dolayısıyla Moğollar gibi bir grubu ve diğerlerini dinlemeyi öğrenmelidir. Öbür yandan ise birtakım gençlerin baba parasıyla aldıkları gitarların üstünde bilmedikleri İngilizce ile tepinmekten vazgeçmeleri gerekmekte.
Onlar da eğitimlerini güçlendirirlerse, müzik-rock ve caz anlamında- bir noktaya ulaşmaya başlayacak, geniş kitleler de seçici davranmayı öğreneceklerdir. Ayrıca ayrı bir yazı, hatta kitap konusu olsa da sanat kavramını iyi düşünmeli ve kimlerin sanatçı olduğunu iyi belirlemeli kanısındayım. Ne sanata o kadar kolay ulaşılabilir ne de bilincin oldukça yüksek bir noktası olan sanatçılığa. Her gerçek sanatçının her yaptığının sanat olmadığını da unutmayalım. Eğer toplumumuzda kavramları yerli yerine oturtabilir, bunun içinde gerekli mücadeleyi verirsek, 50’li yaşlarında hala bilinç adına bir şeyler yapmaya uğraşan, hala doğru müzik yapmaya uğraşan Moğollar’ı da gerçek yerlerine oturtabilir, onlara gerçek değerlerini de verebiliriz.