top of page

ROGER WATERS

    Bildiğiniz gibi Pink Floyd’ un The Wall albümü 1979’da çıktı ve Pink Floyd’un en güçlü albümü olarak kabul edilmese de en ses getiren albümü oldu. Albümün ardından yapılan The Wall Konseri ve Alan Parker’ın yönetip, Bob Geldof’un oynadığı The Wall filmi dünyada ciddi anlamda ilgi gördü.

    Benim bu yazıda anlatmayı deneyeceğim görüş, şimdiye dek pek sözü edilmeyen bir yönü albümün. Bilirsiniz bazen bir film, bir kitap, bir albüm önde görülen yanıyla bir şey anlatır, ama aslında geride sadece anlayanlara anlatılan, biraz kapalı bir anlatım ve demek istenen başka bir yön vardır o eserde. Pink Floyd’un her albümü böyledir aslında, Animals bunun çok iyi bir örneğidir, Dark Side of the Moon zirvesidir üstü örtülü anlatımın. The Wall ise gerçekten en iyi örneklerinden biridir.

 

    Şimdi konuyu kısaca hatırlatalım. Kahraman Pink’in babası 2. dünya savaşında pilottur ve savaş sırasında ölür. (Tıpkı Roger Waters’ın babası gibi). Annesi aşırı koruyucu ve sevgi dolu bir kadındır ama tek ebeveyn olması Pink’in üzerinde baskı kurmasına neden olur, Pink okula gittiğinde aynı baskıyı bu sefer öğretmenlerinden görür. Sanki hayatındaki herkes onun düşüncelerini ve hayatını kısıtlamak ve yönlendirmek için vardır. Böylece gittikçe içine kapanmaya başlar. Büyük bir rock yıldızı olur ama gittikçe etrafından kopmaktadır. Karısıyla ilişkisinin başarısızlığı ve karısının onu aldatması bardağı taşıran son damladır. Artık çevresine duvarlar ören ve dış dünyayla iletişimini kesen bir insandır. Bu arada albüm beyazlar dışındakileri, homoseksüelleri, Yahudileri yani bütün ötekileri dışlayan ırkçı grupları, bu kendini kapatışın unsurları olarak da gösterir. Gene burada toplumun her kesiminden uzaklaşma, sadece kendisiyle birlikte olma anlatımı var. Ve etrafına ördüğü duvarların içinde tamamen yalnız kalan Pink sevdiklerinin kendine yaklaşmasına da izin vermez. Bu aslında İsa’nın “kardeşinizden, karınızdan, anne babanızdan nefret edip öyle gelin’ demesine bir gönderme. Burada kast edilen elbette gerçek anlamda nefret değil, herkesten uzaklaşıp kendi özünüzü bulun sonra benim öğretime gelin demek.  Ya da Mevlana’nın ne olursan ol yine gel deyişindeki anlam var burada. Albümün  sonunda kurtlar mahkemesi Pink’i yargılar ve duvarları yıkarak sevdiklerine kavuşma cezası verir ve albüm bu şekilde noktalanır.

 

    Tıpkı Avatar filmi gibi bu albümün, filminin, konserlerin de bir ikinci anlamı var aslında.  Albümün içinde bir söz geçiyor dikkat ederseniz, sen sadece duvardaki bir tuğlasın.  Ve başka bir söz; bana düşünce kontrolü uygulama.

    Buradaki insanların çevresine duvarların örülmesi benzetmesi, kişinin kendi içine dönmesi, kendisiyle bir bütün olmasını anlatıyor aslında, ya da kendini tanıma yolculuğuna çıkışını. Bunu yapabilmek için çevresindeki insanların iyi ya da kötü etkilerinden uzaklaşmalı, tamamen yalnızlaşmalı ve kendi içine çekilerek, kendi mağarasına girerek, orada kendi derinliklerinde kendini bulmalı. Ancak kendini kendi aynasında değerlendirerek (filmde Pink’in bütün vücudunu ve kafasını traş ederek tamamen kel kalması şeklinde görüyoruz bunu, kendini aynada eleştirerek, kendisiyle yüzleşiyor yani), kendini tüm yönleriyle tanıdıktan sonra tekrar kendi kurduğu duvarları yıkıp, yeniden ve yeni kimliğiyle insanların arasına karışabilir. Böylece kendi yolculuğunu o insanların içinden bu yolculuğa çıkmaya hazır olanlara da yaptırma, onlara rehber olma şansını yakalar. Ve o da kendisinden önce bu yolculuğu yapan tüm diğerleri gibi onlarla eşit ve pürüzsüz bir tuğla olmuştur böylece, duvarı oluşturan bütün tuğlalar eşit düzeyde yontulur ve pürüzsüz hale getirilerek düzgün bir yüzey elde edilir. Yani eşit oranda tekamül etmiş ruhlar, bir sonraki yolculuklarına çıkabilmek için gerekli hazırlığı tamamlamış olarak, tıpkı Jonathan Livingstone’un ya da Avatar’daki Jake’in yaptığı gibi bir sonraki aleme geçmeye hazırdır artık. Pink bu tekamülü gerçekleştirdiği ya da gerçekleştirmeye hazır olduğu anda, bilgi ve yol ona açılmakta, yani duvarlar yıkılmakta, daha önce uzaklaşmış olduğu tüm sevdikleri onu orada beklemektedir, çünkü aslında hiç gitmemişlerdir, ama Pink artık yeni bir olgunluk seviyesine çıkmıştır, kâmil insan seviyesine...

 

    Naçizane olarak belirttim, albümü ve filmi ve İstanbul konserini bir de bu açıdan görmenizi dilerim.

 

    (Roger Waters’a burada adı geçenlerin hiçbirinin siyasal duruşlarına yorum getirmeden bir eleştiri: Uğur Mumcu ve Hrant Dink’le, Adnan Menderes’i aynı duvara koymayı nasıl becerdi çok merak ettim)

Roger Waters
The Wall
bottom of page